Dünyada, her şeyin sil baştan konuşulduğu bir dönemde, Türkiye çok iddialı bir söylem ortaya koydu: Türkiye Yüzyılı. Küresel alanda yaşanan baş döndürücü gelişmelere bakıldığında böyle bir iddia ile ortaya çıkmak, sadece gelecek yüzyıl açısından değil, gelecek binyılın şekillenmesi açısından da fevkalade önemli bir iddiadır. Sultan Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını Türklere açtığı tarih, ikinci bin yılın başlangıç tarihiydi. 1071’deki zafer, Türklerin Anadolu’da ve Avrupa’da 800 yılı aşkın süre hüküm sürmesinin anahtarı olmuştur.
18. yüzyılın ortalarında Avrupa’da yaşanan gelişmeler ve özellikle sanayileşme çağı Batı medeniyetini öne çıkardı. Sanayileşmenin ihtiyaç duyduğu en temel madde olan enerjinin Doğu’da olması ve Batı’nın sömürgeci anlayışının azgın dereceye ulaşması nedeniyle dünya hızla çatışmalara sürüklendi, saldırılar arttı. Dönemin toprak açısından en büyük devleti olan ve enerji ham maddesini ‘elinde’ bulunduran Osmanlı Devleti bu saldırıların merkezinde yer aldı.
Çatışmalar ve vahşi sömürgecilik dünyayı büyük bir savaşa sürükledi. Birinci Dünya Savaşı ile ikinci bin yılın sonunda Osmanlı Devleti yıkıldı. Dünyada adaletin yerini gücün aldığı bir düzen kuruldu. Haksız işgaller, büyük gasplar ve katliamlar yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı Devleti’nin küllerinden Kurtuluş Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti dirildi. Her zaman olduğu gibi emperyalizme boyun eğilmedi, ancak hem stratejik anlamda hem de enerji başta olmak üzere ekonomik anlamda büyük kayıplar yaşandı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya düzeni dikiş tutmadı. Hatta hiç düzen kurulamadı bile denilebilir. Zira bugünkü BM’nin temeli olan Milletler Cemiyeti, bırakın adalet sağlamayı, günümüzün BM’sinden daha gayriâdil kararlara imza attı. Küresel adalet sağlanamayınca dünya hızla yeni bir savaşa sürüklendi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük bir mağlubiyetle ayrılan Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle başlayan gerilim kısa sürede İkinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşledi. Yine milyonlarca insan öldü, yine haksız işgaller ve haksız gasplar yaşandı. Vahşete vahşetle karşılık verildi ve ABD’nin atom bombası kullanmasıyla neticelenen bir savaş sonrası yeni bir dünya düzeni kuruldu. Kurulan bu düzen de günümüzde çöküşünü hazırladı.
İkinci Dünya Savaşı’nın dünyaya yaydığı en büyük mikrop olan Siyonizm’in 76 yıldır bitmeyen vahşeti nedeniyle yine büyük bir küresel krizin eşiğindeyiz. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi Birleşmiş Milletler başta olmak üzere küresel kuruluşlar adaletten uzak, işlevlerini yerine getirmenin çok çok gerisinde.
Böyle bir ortamda ya krizler aşılarak adil bir dünya düzeni kurulacak ya da dünya devletleri büyük çatışmalar neticesinde, başladığı da söylenen üçüncü dünya savaşına hızla sürüklenecek.
Türkiye Cumhuriyeti, bütün bu gidişatı çok iyi takip eden bir lider tarafından yönetiliyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM başta olmak üzere bütün küresel kurum-kuruluş ve organizasyonlarda yıllardır uyarılarda bulunuyor. “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesi bu uyarıların anahtar cümlesi haline geldi. Son zamanlarda bu kavramın yanına “Daha adil bir dünya mümkün” ifadesi de eklendi. Kimi devletler durumun farkında ancak ne yazık ki istenilen seviyeye gelinemedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan dünyaya uyarılarını yaparken, bir yandan ülkesini her ihtimale hazırlıyor. Gerek çevremizde gerekse daha uzak bölgelerde yaşanan krizlerde Türkiye, ağırlığını koyuyor, kurulan her masada yerini alıyor.
Türkiye, Suriye, Libya ve Irak’ta istikrarın sağlanması için ana aktör ülke. Rusya-Ukrayna krizinde de çözümün adresi İstanbul’du. Gazze konusunda da insanlığın vicdanı yine Türkiye.
Üçüncü bin yılın ilk 25 yılını geride bırakıyoruz. Tıpkı ikinci bin yılın başında Sultan Alparslan’ın açtığı yolda Türk milleti nasıl bin yıl var olduysa, Türkiye Yüzyılı vizyonuyla, sadece gelecek yüzyılı değil, üçüncü bin yılda nerede olacağını da şekillendirecek.