Serdar ARSEVEN
Köşe Yazarı
Serdar ARSEVEN
 

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu Başkan'ın o cümlesi…

Politika, sonuca götüren her usule, her taktiğe “okey” dedirten bir "meslek" alanı. Çobanlıktan maksat gütmek, Oyundan maksat ütmek. Bizdeki futbol dünyasına benzer biraz; orada da, mühim olan amaca ulaşmaktır. Şampiyonluğa götüren ya da küme düşmekten kurtaran bütün yollar, bütün usuller, yönetimler ve taraftarlar için “uygun”dur. Önemli olan tabeladır… Gerçek olan, doğru olan, orada ne yazıyorsa odur! “Tabelaya bakalım göbek atalım!” sloganıyla ortaya konulan da budur. Geçmişte ne olmuştu, ne bitmişti unutulur, istatistiklere yansıyan, sadece ve sadece neticeler olur. Politikacıların mücadele ettikleri arena; demokratik düzen de böyle bir düzendir. Kâğıt üzerinde asıl olan “milli irade”dir. Yönetileceklerin, kendilerini yönetecek olan kadroyu “hür iradeleriyle” seçmelerine imkân veren bir model olduğu söylense de, demokrasi menüsünde seçenekler son derece sınırlıdır. İnsanlar, gönüllerinden geçenleri değil de, önüne konulanlardan kendilerine en yakın olanı, daha doğrusu en az “kötü” olanı seçerler. “Ehven-i şer”, yani, kötünün iyisi. Demokrasi ehven-i şer rejimidir, “kahir ekseriyete” yani ezici çoğunluğa düşen, kendilerine en az zarar verecek olanı, istiklâllerine ve istikballerine fazla zarar vermeyecek olanı bulmaktır. Politikayı meslek olarak seçenler, kariyer plânlarını böyle yapanlar, bu “işin” esasının tutarlılık olmadığını, zaman ve zemine göre her kavramın, her ilişki biçiminin değişim göstereceğini, dostların düşman, düşmanların ise “duruma göre” dost olacağını bilmek mecburiyetindedirler. Politikacılar, oylarını olabilecek en yüksek düzeye çıkartabilmek için, üzerlerinden en fazla “söylem” ürettikleri kavramları, birliktelikleri, karşıtlıkları bir anda ellerinin tersiyle itebilecek kadar “kıvrak” olmak durumundadırlar. Böyle olmazlarsa, demokratik nizamı bozmuş, oyunun “örtük” kurallarına aykırı hareket etmiş, bundan dolayı da “kaybetmeyi hak etmiş” olurlar. Toplumun çoğunluğu tarafından takdir edilmelerine rağmen, bir türlü “doğru dürüst oy alamayan” siyaset adamları, vefatlarının ardından, “Rahmetli çok güzel insandı ama iyi bir politikacı değildi, politika ona göre değildi!” yollu cümlelerle yâd edilirler.   Karşınızdakine “Bu işleri iyi kıvırıyorsun, senden çok iyi politikacı olur!” derseniz, bu sözleriniz “iltifat” olarak görülmez. “Senden çok iyi bir şair olur, senden çok iyi bir esnaf olur, çok iyi bir terzi olur” vesaire değerlendirmelere karşılık “teşekkür” edilir. “Senden çok iyi bir politikacı olur!” dediğinizde ise, karşınızdakinin pek de hoşuna gitmez. “İyi politikacılık” toplumda olumlu bir özellik olarak görülmez ama, birçokları da politikada yükselmeyi çok arzu eder. Zira, politikacılık, fazla sevilmeyen bir “meslek” olmasına rağmen, “meslek erbâbı”na “görüntüde itibar” sağlayan, ayrıcalıklı bir konuma taşıyan bir “iş” alanı olarak görülür. Politikacılardan bahsederken, burun kıvıranların çoğunun politikacı olmak, politikada yükselmek için kırk takla atmaları, bunun hayalini kurmaları da, tam manasıyla “hayal dünyalarının bile hasar görmesi” durumudur.   Kurulan düzen, “demokratik düzen”, partileri ve politikacıları “hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak görüyor. Hepimizi de, bu “oyun”un birer parçası haline getiriyor. Seçimlerde oy kullansak da kullanmasak da, geçerli oy kullansak da geçersiz oy kullansak da, bir şekilde şuraya ya da buraya destek vermiş oluyoruz. “Oy kullanmazsan, şu partinin ekmeğine yağ sürmüş olursun!” söylemi, her seçim öncesinde çıkıyor karşımıza. Her kesimin endişeleri hazırda bekliyor; hemen herkes, filanca parti yerine falanca partinin kazanması halinde, her şeyin alt üst olacağını, daha da kötüye gideceğini, ülkeye yazık olacağını söylüyor. Sonra bir bakıyoruz ki, başkalarının kazanması halinde memleketin perişan olacağını söyleyenler, o başkalarıyla pekalâ bir araya gelebiliyor, çeşitli kıvamlarda ittifaklar içine girebiliyor, yeni söylem inşalarıyla, yeni ilişki modelleri kurabiliyorlar.   Devletlerarası ilişkilerde “daimi dostluklar” ve “daimi düşmanlıklar” olmaz ya… Partiler, politikacılar arasındaki ilişkilerde de bu durum böyle. x Hal böyleyse, demokratik nizam bizi bir yerlerde konumlanmaya, bir tercihte bulunmaya mecbur ediyorsa… Bu “oyun”u çoğu zaman “şaşkınlıkla” izler hale geliyorsak… Ne yapmalıyız?   Yapabileceğimiz çok şey yok gibi görünüyorsa da, öyle değil. Politikacılar kavga eder, barışır… Atışır, birbirlerine iltifatlar, hakaretler, tehditler yağdırır ama, dediğimiz gibi, bunların tamamına yakını “konjonktür” gereğidir. Öyle ise… “Hiç de iyi bir politikacı olmayan” Güzel İnsan Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ın şu cümlesi hiç çıkmasın aklımızdan: “Meclis kürsüsüne çıkıp birbirlerine atıp tutan hakaret eden vekillerin daha sonra Meclis lokantasında güle oynaya yemek yediklerini görseydiniz, tanıdıklarınızla siyasi tartışmalar asla girmezdiniz!” Elbette tercihlerimiz olacak...   Elbette yüzde yüz tarafsızlık diye bir şey olmayacak, bu mümkün değil. Amma velâkin, öylesine gerektiğinde en koyu karşıtlarıyla birlikte çeşitli kıvamlarda ittifak yapabilen “politikacıların” anaforuna kapılıp, birbirlerimizi örselemek, birbirlerimizi kırmak gibi yanlış işlere de girmeyeceğiz. Arkadaşlık, akrabalık, komşuluk hukuklarımızı hasara uğratmayacağız!
Ekleme Tarihi: 19 Ocak 2025 - Pazar
Serdar ARSEVEN

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu Başkan'ın o cümlesi…

Politika, sonuca götüren her usule, her taktiğe “okey” dedirten bir "meslek" alanı.

Çobanlıktan maksat gütmek,

Oyundan maksat ütmek.

Bizdeki futbol dünyasına benzer biraz; orada da, mühim olan amaca ulaşmaktır.

Şampiyonluğa götüren ya da küme düşmekten kurtaran bütün yollar, bütün usuller, yönetimler ve taraftarlar için “uygun”dur.

Önemli olan tabeladır…

Gerçek olan, doğru olan, orada ne yazıyorsa odur!

“Tabelaya bakalım göbek atalım!” sloganıyla ortaya konulan da budur.

Geçmişte ne olmuştu, ne bitmişti unutulur, istatistiklere yansıyan, sadece ve sadece neticeler olur.

Politikacıların mücadele ettikleri arena; demokratik düzen de böyle bir düzendir.

Kâğıt üzerinde asıl olan “milli irade”dir.

Yönetileceklerin, kendilerini yönetecek olan kadroyu “hür iradeleriyle” seçmelerine imkân veren bir model olduğu söylense de, demokrasi menüsünde seçenekler son derece sınırlıdır.

İnsanlar, gönüllerinden geçenleri değil de, önüne konulanlardan kendilerine en yakın olanı, daha doğrusu en az “kötü” olanı seçerler.

“Ehven-i şer”, yani, kötünün iyisi.

Demokrasi ehven-i şer rejimidir, “kahir ekseriyete” yani ezici çoğunluğa düşen, kendilerine en az zarar verecek olanı, istiklâllerine ve istikballerine fazla zarar vermeyecek olanı bulmaktır.

Politikayı meslek olarak seçenler, kariyer plânlarını böyle yapanlar, bu “işin” esasının tutarlılık olmadığını, zaman ve zemine göre her kavramın, her ilişki biçiminin değişim göstereceğini, dostların düşman, düşmanların ise “duruma göre” dost olacağını bilmek mecburiyetindedirler.

Politikacılar, oylarını olabilecek en yüksek düzeye çıkartabilmek için, üzerlerinden en fazla “söylem” ürettikleri kavramları, birliktelikleri, karşıtlıkları bir anda ellerinin tersiyle itebilecek kadar “kıvrak” olmak durumundadırlar.

Böyle olmazlarsa, demokratik nizamı bozmuş, oyunun “örtük” kurallarına aykırı hareket etmiş, bundan dolayı da “kaybetmeyi hak etmiş” olurlar.

Toplumun çoğunluğu tarafından takdir edilmelerine rağmen, bir türlü “doğru dürüst oy alamayan” siyaset adamları, vefatlarının ardından, “Rahmetli çok güzel insandı ama iyi bir politikacı değildi, politika ona göre değildi!” yollu cümlelerle yâd edilirler.

 

Karşınızdakine “Bu işleri iyi kıvırıyorsun, senden çok iyi politikacı olur!” derseniz, bu sözleriniz “iltifat” olarak görülmez.

“Senden çok iyi bir şair olur, senden çok iyi bir esnaf olur, çok iyi bir terzi olur” vesaire değerlendirmelere karşılık “teşekkür” edilir.

“Senden çok iyi bir politikacı olur!” dediğinizde ise, karşınızdakinin pek de hoşuna gitmez.

“İyi politikacılık” toplumda olumlu bir özellik olarak görülmez ama, birçokları da politikada yükselmeyi çok arzu eder.

Zira, politikacılık, fazla sevilmeyen bir “meslek” olmasına rağmen, “meslek erbâbı”na “görüntüde itibar” sağlayan, ayrıcalıklı bir konuma taşıyan bir “iş” alanı olarak görülür.

Politikacılardan bahsederken, burun kıvıranların çoğunun politikacı olmak, politikada yükselmek için kırk takla atmaları, bunun hayalini kurmaları da, tam manasıyla “hayal dünyalarının bile hasar görmesi” durumudur.

 

Kurulan düzen, “demokratik düzen”, partileri ve politikacıları “hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak görüyor.

Hepimizi de, bu “oyun”un birer parçası haline getiriyor.

Seçimlerde oy kullansak da kullanmasak da, geçerli oy kullansak da geçersiz oy kullansak da, bir şekilde şuraya ya da buraya destek vermiş oluyoruz.

“Oy kullanmazsan, şu partinin ekmeğine yağ sürmüş olursun!” söylemi, her seçim öncesinde çıkıyor karşımıza.

Her kesimin endişeleri hazırda bekliyor; hemen herkes, filanca parti yerine falanca partinin kazanması halinde, her şeyin alt üst olacağını, daha da kötüye gideceğini, ülkeye yazık olacağını söylüyor.

Sonra bir bakıyoruz ki, başkalarının kazanması halinde memleketin perişan olacağını söyleyenler, o başkalarıyla pekalâ bir araya gelebiliyor, çeşitli kıvamlarda ittifaklar içine girebiliyor, yeni söylem inşalarıyla, yeni ilişki modelleri kurabiliyorlar.

 

Devletlerarası ilişkilerde “daimi dostluklar” ve “daimi düşmanlıklar” olmaz ya…

Partiler, politikacılar arasındaki ilişkilerde de bu durum böyle.

x

Hal böyleyse, demokratik nizam bizi bir yerlerde konumlanmaya, bir tercihte bulunmaya mecbur ediyorsa…

Bu “oyun”u çoğu zaman “şaşkınlıkla” izler hale geliyorsak…

Ne yapmalıyız?

 

Yapabileceğimiz çok şey yok gibi görünüyorsa da, öyle değil.

Politikacılar kavga eder, barışır…

Atışır, birbirlerine iltifatlar, hakaretler, tehditler yağdırır ama, dediğimiz gibi, bunların tamamına yakını “konjonktür” gereğidir.

Öyle ise…

“Hiç de iyi bir politikacı olmayan” Güzel İnsan Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ın şu cümlesi hiç çıkmasın aklımızdan: “Meclis kürsüsüne çıkıp birbirlerine atıp tutan hakaret eden vekillerin daha sonra Meclis lokantasında güle oynaya yemek yediklerini görseydiniz, tanıdıklarınızla siyasi tartışmalar asla girmezdiniz!”

Elbette tercihlerimiz olacak...

 

Elbette yüzde yüz tarafsızlık diye bir şey olmayacak, bu mümkün değil.

Amma velâkin, öylesine gerektiğinde en koyu karşıtlarıyla birlikte çeşitli kıvamlarda ittifak yapabilen “politikacıların” anaforuna kapılıp, birbirlerimizi örselemek, birbirlerimizi kırmak gibi yanlış işlere de girmeyeceğiz.

Arkadaşlık, akrabalık, komşuluk hukuklarımızı hasara uğratmayacağız!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve 24saathaber.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi