"Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık."(İsra,17/70)
Yıllardır burnumuzun dibinde yaşanan insanlık dışı vahşet mi, katliam mı yoksa soykırım mı desek.
Hiçbir terim bu Allah’ın belası Esad ailesinin yaptıklarını tanımlayamaz bana göre.Soykırımın da üstü bir şey bu.
21. yüzyılda artık savaşların bile daha modern yapıldığı sivillere zarar vermekten kaçınıldığı (Filistin hariç) bu zamanda; çağ dışı, hiçbir Allah’ın kulunun haketmediği ve asla haketmeyeceği muamele ile insanları hayattan koparmak. Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını işkenceye tabii tutuyor. Sadece öldürmek olsa soykırım veya katliam denir. 20-30 yıl yatıp tahliye olup salınmayan, televizyondan, telefon ve radyodan uzak,zamandan mevsimden habersiz, akşamları zifiri karanlıkta, zincirlerle bağlanan, aklını yitiren veya yitirmek üzere olan belki de birçoğu suçsuz masum insanlar…
8 gündür bütün dünya bu hapishanede yaşanan akılalmaz vahşeti konuşuyor. Daha önce varlığından bile habersiz olduğumuz insan mezbahasıyla ilgili her saat insanı dehşete düşürecek bilgilere erişiyoruz. Suriyeli siviller 8 Aralık Pazar günü Esad yönetiminin düşmesinin ardından yıllardır ,bazıları on yıllardır görmediği, kaybolan veya öldü denilen yakınlarını bulmak için hapishaneye akın ediyor. Suriye İnsan Hakları verilerine göre ülkede kaybolan kişi sayısının 200 bine yakın ve bu kişilere ne olduğu bilinmiyor.
Suriye’nin en gizli hapishanesi: Sednaya Hapishanesi
Başkent Şam’ın 30 km kuzeyinde inşa edilen, ilk başta Hafız Esad rejimlerine karşı çıkanların tutulduğu hapishane 1986 yılında inşa edilmiş. Varlığı gizli tutulan ve bu zamana dek hiç görüntü alınmayan hapishanenin detayları eski gardiyanlar ve mahkumların verdikleri bilgilerle oluşmuş. Suriye ordusu ve istihbaratı tarafından yönetilen hapishaneye ilk mahkumlar 1987 yılında girmiş. 2011 yılında iç savaşın başlamasıyla, hapishaneye girenlerin sayısı hızla artmış.
Tam bir ölüm kampı olarak tasarlanan hapishanede ağır dayak, tecavüz, idam, press makinasına sıkıştırma, krematoryumda yakma, gıda ve ilaca erişim kısıtlaması gibi çeşitli insanlık dışı işkence yöntemleri kullanılmış.
İnsan hakları kuruluşlarının hazırladığı raporda Sednaya Hapishanesi'nde infaz, işkence, tıbbi bakım eksikliği ve aç bırakılma nedeniyle 2011-2018 arasında 30 binden fazla tutuklunun öldüğü belirtilirken Türkiye merkezli Sednaya Hapishanesi'nde Kaybolan Tutuklular Derneği (AMSDP) 2022'de, salıverilen mahkumlara dayandırdığı bilgilere göre de 2018-2021 arasında en az 500 tutuklunun infaz edildiği ifade ediliyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı, 2017'de öldürülen mahkumların cesetlerinin yakılması için yetkililerin hapishanede bir krematoryum inşa ettiğini savundu.
Bir ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, bu tesisin "Sednaya Hapishanesi'nde süren toplu katliamların boyutunu saklama çabaları çerçevesinde inşa edildiğini" ifade etti.
ABD'li araştırmacıların yayımladığı uydu görüntülerinde, krematoryuma dönüştürüldüğü iddia edilen küçük bir bina mevcut. Yetkililer, çatıdaki karın erime hızının iddialarını desteklediğini ve hapishanede günde en az 50 tutuklunun asıldığını belirtirken, bazı mahkumlar da pres makinalarının içinde sıkıştırılarak öldürülmüş.
Sednaya Hapishanesi ile belgeseller bile çekilmeye başlandı. Mahkum edilen insanlara yapılanlar akla mantığa sığmıyor. Bu zulümden kurtulanların acilen psikolojik destek almaları, yaşadıkları insanlık dışı deneyimi deyim yerindeyse hafızalarından silmek gerekiyor. Bu konu üzerinde STK’lar ve Psikiyatri Derneklerinin konuya el atması hayati önem taşıyor.
İnsanlıktan zerre kadar nasibini almamış olan Esad ailesi kurduğu insan mezbahasıyla Hitler, Siyonist İsrail yönetimi ve Sırp Kasap Karadzic’e özenmiş. Hatta onlardan daha vahşice farklı farklı yok etme teknikleri kullanmış. Yeryüzünde yaşayan hiçbir insan,suçu ne olursa olsun pres makinasına sıkıştırılarak ölmeyi haketmiyor.
Ama acı olan şu ki totaliter rejimle başta olan (maşa olduklarını bildiğimiz) sözde Müslüman görünümlü yöneticilerin yaptığı insanlığa sığmayan öldürme ve süründürme teknikleri. Okuduğumuz haberler, izlediğimiz görüntülerle insanlığımızdan utanıyoruz.
2011 yılında başlayan iç savaş milyonlarca insan vatanını terk etmesine, binlerce belki de yüz binlerce insanın da ölümüne sebep oldu.
1516 ‘dan 1918 yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan, 1946’da bağımsızlığını kazanan, 1963 yılında Baas Rejimi’nin yönetimine giren Suriye’de 61 yıl sonra çok şükür ki bir devir kapandı.
Din kardeşlerimiz adına çok sevindim. Çok değil 100 yıl önce o coğrafyada yaşayan insanlarla aynı imparatorluğun çatısı altındaydık. Güneydoğu’da yaşayan insanlar bilir. Halep ve Şam şehirleriyle kapalı çarşılarımız, tarihi yapılarımız, bazı yemeklerimiz ve tatlılarımız bile neredeyse aynıdır. Türkiye’nin Suriye sınırında yer alan şehirlerinde, köylerinde yaşayanların çoğunun akrabaları tanıdıkları vardır oralarda. Bu yüzden küçüklüğümden beri oraları hep merak etmişimdir. En kısa zamanda görmek nasip olsun İnşallah.
Suriye’de bundan sonra siyasi ve sosyal manada işler nasıl yürüyecek? Nasıl bir hükümet kurulacak? Türkiye’de yaşayan nüfusun hepsi oraya geri dönecek mi? Bunu zaman gösterecek. Duam en kısa zamanda ülkenin her anlamda toparlanması ve refaha kavuşması. Rabbimin sonsuz hazinesi ve sayısız hayır kapıları var. Tez zamanda tecellisini görelim. Silah ve bomba seslerinden uzakta huzurlu Özgür Suriye. Tabi ki aynı duam Özgür Filistin için de.
Osmanlı Devleti zamanında 93 harbi zamanından bugüne dek Kafkas ve Balkan coğrafyasından milyonlarca Türk değişik zaman dilimlerinde zulümden kaçarak ülkemize geldi, davet edildi, kolaylık sağlandı. TC vatandaşlığı, çalışma ve oturma izinleri verildi. Onlar bizim soydaşımız, din kardeşimiz. Tabi ki çalacakları ilk kapı Türkiye Cumhuriyeti. Baş göz üzerine. Ama neden Suriyelilere verilen vatandaşlık, sığınma hakkı ve imkanlar gözümüze sokuluyor. Müslüman araplar da din kardeşimiz. Kaldı ki Suriye’den ülkemize gelenler sadece arap olanlar değil kaç milletten insan yaşıyor o topraklarda.
Bu ayrımı yapmak çok kötü bana göre. Mazlum dini ,dili, ırkı ne olursa olsun mazlumdur. Neden bu konuya sadece insanca ve Allah rızası için yaklaşamıyoruz. Neden hoşgörülü olamıyoruz. Neden empati yapamıyoruz. Allah muhafaza biz aynı durumda olsak ne yapardık? Biz nerelere kaçardık. Bunu kaçımız düşündü acaba?
Orta Doğu’nun, Türkiye’nin stratejik önemini bilmeden, anlamadan, tarihimizi araştırmadan, anlamadan dinlemeden yorum yapıyor ya bazılarımız. 13 yıldır bu ülkede bazı olayların faturası Suriyelilere kesiliyor ya, İnşallah sağ salim ülkelerine eski düzenlerine geri dönerler de şu ayrımcı kesimin nefret söylemleri de son bulur. İyiye iyi, kötüye kötü ,zalimlik yapana zalim diyelim, dilsiz şeytan olmayalım ama toplumları da kınamayalım, yargılamayalım. Onun yerine bol bol dua edelim.
İyi düşünelim, iyi olsun, Rabbim işlerimizin sonunu hayra çıkarsın, Amin.